Öğretmenler günü gelince, hep bu işin zorluklarını hatırlarım. Ve bu emeği harcayan insanların, bunu hakkıyle yapmaya çalışanların ne kadar zor bir işi başardıklarını düşünürüm. Gerçekten de öyle bir iş ki; bir sınıf dolusu çocuk, anne babası ile geçirdiğinden çok daha uzun bir zamanı öğretmeniyle geçiriyor. Ve bu süreçte hem öğretmeninin kişiliğinden, hem hayata bakışından hem de bilgisinden çok etkileniyor. Bu etkinin mümkün olduğunca olumlu olabilmesi için bu özelliklere uygun kişilerin öğretmen olarak seçilebilmesi çok önemlidir. Ama günümüz şartlarında öğretmenlik, koşulları ve maddi getirisi açısından tatminkar bir meslek olarak görülmediği için mesleğe kabullerin bu kriterleri gözönünde bulundurarak yapıldığını söylemek çok zor. Bu durumun eskiden de daha farklı olduğunu sanmıyorum.
Benim ilkokul öğretmenim köy enstitülerinde okumuş, Anadolu’nun pek çok yerinde çalışmış güçlü bir insandı. Adı Zakir Güven’di. “İlkokul öğretmeniyim dediğimde, küçümseyerek bakıp bari ortaokul öğretmeni olamadın mı derler” diye hayıflanırdı. Ama bize dersleri öyle zevkli anlatırdı ve geleceğimizle bile öyle ilgilenirdi ki, herbirimiz hakkında anektodları yazdığı bir dosyası vardı. Bir çocuk için bundan iyi ne olabilir ki; seni seven bir kişi, senin için aklında ve ruhunda yer açıyor, seni aklında tutuyor, hatta hayaller kuruyor. Hatta somut olarak onun evindeki raflarda bir dosyan var, ama içinde sınav sonuçların değil, seninle ilgili hayaller yer alıyor. Yıllar sonra Zakir Bey çok hastayken evinde ziyaretine gittiğimde bana bu dosyadan bahsetmişti tekrar. “Ben oraya senin ilerde yazı yazmayı seveceğini not etmiştim biliyor musun” demişti. Tüplere bağlı olduğu için o dosyayı isteyememiştim ama keşke okuyabilseydim derim hep.
Şimdi de sınıflarda çok dosya var da, içleri hep hedefler, yöntemler, alınan puanlar vs ile dolu. Öğretmenler performans değerlendirmesi kaygısı ile herşeyi ölçmeye biçmeye çalışıyorlar özel okullarda,. Devlet okullarında ise daha çok bir müfredatı yetiştirme telaşı hakim. Bu arada çocuk ne kadar görülebiliyor, öğretmen kendinden ne kadar renk katabiliyor eğitime ondan çok emin değilim açıkçası. Ya da renk falan istenmiyor belki de; aynılaştırmak daha genel bir eğilim günümüzde.
Aslında okul öyle bir yer ki; öğretmen bir çok farklı hikayenin alıcısı ve taşıyıcısı olabilmelidir bu ortamda. Çünkü her çocuk “aklında ailesini tutarak” gelir sınıfa. Ve oraya gelene kadar geçen yıllarda, içselleştirilmiş bir sürü ilişki şekli, problem çözme şekli ve güçlü duyguları taşıma kapasitesi/kapatisesizliği de sınıfa taşınır. İşin daha komplike hale geldiği nokta, sadece çocuğun değil ailelerin de yansıttıkları artık taşınmaktadır sınıfa. Çünkü 1990 lı yıllardan beri ailelerin de okul sistemine daha çok dahil olacağı modeller gelişti. Okul-aile-çocuk sacayağı denebiliyor buna.
İyi ya da kötü diyemeyeceğim de; öğretmenler için çok daha fazla hikaye ve duygu taşıma kapasitesi gerektiriyor bu durum. Ve öğretmenlerimizin dosya işlerini takip etmek, müfredatı yetiştirmek gibi telaşların içinde bu duyguları taşıma güçleri ve donanımları ne kadar var emin değilim. Çünkü ailenin ve çocuğun getirdiği yansıtmaları taşımak daha farklı bir takım psikolojik donanımları gerektiriyor ki; bunlar da öğretmen okullarında pek de öğretilmeyen şeyler aslında.
Sonuç pratikte şöyle oluyor gibi; okul sisteminin içinde fazlasıyle olabildikleri için, aileler çocukla ilgili taşıyamadıkları sorunları öğretmene yansıtıyorlar, öğretmen de bu duygularla nasıl başa çıkacağını bilemediği için bunu aileye veya çocuğa geri yollayabiliyor, dolayısıyle bu hazmedilemeyen duygular yakar top gibi elden ele zıplıyor. Çünkü bu yakıcı duygularla başa çıkmak aile için de öğretmen için de zordur aslında. Ama bu sırada çocuk da aynı yakartop oyununun içinde hiç bir yerde tam olarak tutulamadan zıplayıp duruyor.
Aslında her iki tarafta kendisine yollanan mesajları gerçekten hissederek alıp, kendisinin hangi duygularından dolayı bu konuda hassaslaştığını anlamaya çalışıp, burdan hareket edip ama sadece bu duygulara takılı kalmayarak, çocuk için nasıl mantıklı bir çözüm üretilebileceğini düşünecek bir alan yaratabilmelidir. Ama bunun için, hem zaman ve alan yaratabilmek ve hem de bu niyette olabilmek önemlidir. Ancak hepsinden de önemlisi, kendi duygularımıza da bakabilecek cesareti gösterebilmemiz gerekmektedir.
Öğretmenler gününde hem anne babalara hem öğretmenlere bir kaç söz söylemiş oldum, ama zaten çocukların ilk öğretmenleri de anne babalar değil midir?
Öğretmenler gününüz kutlu olsun….