Duygusal Bağlantılar Kurabilmek Yaratıcılığı ve Öğrenmeyi Nasıl Geliştirir?

Bilim insanları, insanların en iyi şekilde nasıl öğrenebileceği sorusunun cevabını bulmak için pek çok araştırmalarda bulunuyor. Bu doğrultuda son zamanlarda yapılan nörobilim çalışmaları; temel hayatta kalma işlevleri (basic survival functions) ve bireyin çevresine verdiği sosyal ve duygusal tepkiler ile yaratıcı dürtü arasında bir bağlantı olduğunu göstermektedir.

“Musings on the Neurobiological and Evolutionary Origins of Creativity via a Developmental Analysis of One Child’s Poetry” kitabının yazarı Mary Helen Immordino-Yang’a göre, öğrencilerin öğrenmeye karşı olan sosyal ve duygusal tepkileri, öğrenmeye karşı olan motivasyonlarına ve problemleri yaratıcı bir şekilde çözme yeteneklerine bağlıdır. Immordino-Yang’ın araştırmaları, neden duyguların öğrenme için bu kadar önemli olduğu sorusunun cevabını, bu esnada beyin fonksiyonlarında neler olduğunu inceleyerek bulmaya çalışıyor.

USC’s Rossier School of Education’da profesör ve öğrenmenin ve yaratıcılığın nörobilimi üzerine bir uzman olan Immordino-Yang, “Beyin görüntüleme deneyleri göstermektedir ki kurduğumuz ilişkilerimizde, ahlaki yargılarımızda ve yaratıcı ilhamımız esnasında aynı sinirsel sistemleri kullanırız.” diyor. Araştırmalarını, nörobilimin öğretmenlerin, öğrencilere nasıl en iyi şekilde bir bilgiyi öğretebileceğini ve faydalı olacağını bulmaya odaklayan Immordino-Yang, bu amaç için öğretmenlere yönelik ücretsiz bir sanal müfredat[1] oluşturmuştur.

Vücudun fiziksel olarak hayatta kalma becerileri ve bilincinden sorumlu nöral mekanizmalar, aynı zamanda sosyal olarak da hayatta kalma becerilerinin idare edilmesini de yürütür. “Savan ikliminde hayatta kalabilmek, bulunduğu çevreyi anlamlandırabilecek bir beyin ağı ile, vücutsal ve zihinsel olarak verilen tepkilerden oluşan modellerle, anlamlandırılan çevreyi tüketebilmeye bağlıdır.” diyor Immordino-Yang; ve ekliyor “Aynı beyin, aynı mantık, bize şu andaki sosyal dünyayı anlamlandırabilme ve bu dünyada hayatta kalabilmemize yardımcı oluyor. Bir bilgiyi öğrenen kişi ile alakalı hale getirmek için, o şeyin bireyde duygusal bir tepki yaratabilecek bir ilhama sahip olması ve beyindeki hayatta kalma becerilerine bağlı bölümlerin ilgisini önemiyle çelip, tetiklenmesi gerekiyor.”.

“Yaşadığımız durumlardan anlam çıkarma yolumuz ve bir şeyleri hissetme ve değerlendirme şeklimiz; beyinde iç organlarımızı yöneten temel nöral platform ile aynı alanı kaplar.” diyor Immordino-Yang. Bir konu, bir öğrenciyi heyecanlandırdığı (bam telini titrettiği) zaman, bu kişiye çok anlamlı gelir çünkü, beyinde, kişiyi bilinçli ve canlı tutan bölge ile aynı bölgedeki nöronlar ateşlenir. Ayrıca bu bölge orijinal, yaratıcı ve yeni fikirler geliştirmek için kullanılan beyin bölgesidir.

Immordine-Yang’a göre, “Yaratıcılık, bir konu ile ilgili problemi yeni bir şekilde ifade etmek ve insanların anlamasını, hissetmesini ve konu ile ilgili bir içgörü kazanmasını sağlamaktır.” diyor ve yaratıcı anların, bireyin bir konu ile derinlemesine ilgilenmesi sonucu oluştuğunu iddia ediyor. Ayrıca, anlam, bireyin edindiği yeni bilgiyi duygularına, anılarına ve bireye bir bağlam veren diğer kişisel bilgilerine bağlamasıyla oluşur diye de ekliyor.

Bilginin karışık içselleştirme sürecinin gerçekleştirilebilmesi için, Immordino-Yang dışarıdan gelen girdilere bireyin kendini kapatmasını ve kendisini yoğun bir biçimde içeride neler olduğuna odaklaması gerektiğini keşfetmiş. Öğrencilere sürekli olarak dikkatlerini toplamalarını söylemek ya da sürekli telefon, oyunlar ve dışarıdan gelen diğer uyaranlarla dikkatlerinin dağılmasıyla, kalıcı öğrenme için kendi içsel süreçlerine döndükleri zamandan mahrum kalmış oluyorlar.

“İnsanların yeni bir bilgiyi öğrenmesi, dışarıdan alınan bilginin kişiye özel bir hale gelmesi ve kendi yapısı içinde asimile edilmesi; büyük ölçüde dışarıdan gelen dikkat dağıtıcıların bağdaşmadığı bir nöral sisteme bağlıdır.” diyor Immordino-Yang. Uzun dönemli öğrenme, beynin kişinin eski hatıraları çağırması ve yeni bilgileri bu kişiselleştirilmiş dünya anlayışıyla birleştirmesiyle gerçekleşmektedir. Ve bu, genellikle yaratıcı bir süreçtir. Yeni bilginin, zaten varolan eski bilgi ile sentez edilmesi ve zor kavramların (konseptlerin) anlaşılabilir bir formda yeniden şekillendirilmesi, yaratıcılık sayesinde olur. Immordino-Yang’a göre, bu sürecin özünde, düşünürün (bireyin) dış dünya ile bağlantısını kesme gerekliliği yatmaktadır.

Elbette bu, gündüz düş kurmalarının (daydreaming) ve dalgınlıkların, yenilikçi fikirler geliştirebilmek için şart olduğu anlamına gelmiyor. Zihnin amaçsızca gezinirken, ortaya çıkan değişik fikirler vardır elbet; fakat Immordino-Yung’a göre, böyle durumlarda bilgi zaten bireyde mevcuttur. İş yeni şeyler öğrenmeye geldiğinde, iç dünyada sağlanması gereken odak, gerçekten çaba gerektirir.

“Çocuklara bir şeyler öğretirken, o bilgiye nasıl anlam kazandırılacağını ve öğrendiği şeyi hissetmesini sağlayın; böylece çocuklar kim olduklarını görebileceklerdir.” diyor Immordino-Yang ve ekliyor, “Yaratıcılık, sadece bunun bir uzantısıdır.”. Bu noktada kızının, erkek kardeşine onu ne kadar sevdiğine dair yazdığı ve bu sevgiyi uzayı, galaksiyi ve bitkileri birleştirerek anlattığı bir şarkıyı örnek veriyor. Kızının daha yeni bu kavramları öğrendiğini; fakat bu kavramların büyüklüğünü ve önemini anlaması için, zaten büyüklüğünü ve önemini kavradığı ve duygusal bir alanı da olan aile sevgisi üzerinden bu yeni bilgiyi nasıl kullandığını söylüyor.

Çocukların, duygusal ve bilişsel alanlarıyla etkileşim halinde olmasına izin verilirse, öğrendikleri uzun süreler onlarla birlikte kalır.

Katrina Schwartz, Mart 15, 2013

Çeviren: Psikolog Pelin Elitok

[1] http://www.learner.org/courses/neuroscience/index.html