ÇOCUKLARI DOĞRU ŞEKİLDE DİSİPLİNE ETMENİN ÖNÜNDEKİ ENGELLER

1. Çocuklara her şeyi anlatmalıyız diyerek çok konuşuyoruz.

Biz çok konuştukça çocuklar duyarsızlaşıyor. Bazen sadece vücut dili ile bile anlaşabiliriz. Fazla söz çocuğu ya tamamen kapatır ya da daha da dengesizleştirir. Bazen hemen tepki vermemek, durmak belki biraz bakıp onun ne diyeceğini duymak daha önemlidir. Ya da ona sadece sarılarak düşük not aldığı için ne kadar üzgün olduğunu anladığınızı belirtebilirsiniz, ya da başkasının elindeki oyuncağı alamadığı için sinir içindeyken siz de yüzünüzü çaresizlik ve sıkıntı içinde büzüp ona onu anladığınızı anlatabilirsiniz. O sırada sıra beklemenin önemi, ya da ders çalışsaydı daha iyi notlar alabileceği gerçeği ile ilgili söylev yapmaktan daha etkili olabilir bu tutumlar. Belki sonradan yine durumla ilgili konuşabilirsiniz ama en azından çocuğunuzun bu duruma açık olmasını sağlamış olursunuz.
Mesela küçük çocuklarla bir çatışmayı çözmeye çalışırken yerde, bağdaş kurup kollarınız açık bir pozisyonda oturup konuşmanın, pek çok anne babada çok iyi sonuçlar verdiğine dair geribildirimlerini aldım ben.

2. Anlamaya yönelik konuşmamız gerekirken davranışlar üzerinden konuşuyoruz.

Bizim toplumda bir sorun yaşandığında daha çok görülen tutum; davranışlar ile ilgili konuşmak, davranışa yoğunlaşmak şeklindedir. Çocuğun duyguları ile ilgilenmeyerek, duygularla ilgili herhangi bir şey öğrenmesine fırsat vermemek, ama sonunda yine de istenmeyen davranışı yapmak şeklindedir. Burada durum psikolojik ve pedagojik açıdan tam bir zafiyet taşımaktadır. Lüzumsuz istekler konusunda çocuğun duygusuna hak verip, davranışına hak vermeyebilirsiniz. Çünkü insan her şeyi hissetmek konusunda serbesttir ama yapmak konusunda değil. Son zamanlarda bizim toplumumuzda gördüğümüz en problemli davranış şekli tam da budur. Herkes her şeyi yapabileceği ve yapmaya hakkı da olduğu gibi bir tavır içinde yaşarken, kendi hissettiklerine de bir o kadar yabancıdır. Bu toplumsal durum konusunda çocuk yetiştirme pratiklerimizi de bir miktar sorgulamakta yarar vardır bence.
Örneğin; çocuk, bir arkadaşında gördüğü yeni oyuncağı almak için kıyameti koparırken, onunla “Alırım -almam, zaten sen hep böylesin kimde ne görsen istiyorsun, biz parayı ağaçtan mı topluyoruz sanıyorsun!” tartışmasına girmeden önce, onun bu durum ile ilgili duygusunu bir konuşabilmek ve anlamaya çalışmak çocuğun kendisini tanıması için çok önemli bir fırsattır. Yani “Yaa evet şimdi o oyuncağı en sinir olduğun kız da görünce kahroldun belki… Onda bile var ben de niye olamıyor diye biraz kıskandın belki de…” gibi bir cümle kurup, davranış düzeyinden çıkıp, çocuğun duygu düzeyine inebilirsiniz. Pek çok anne baba böyle bir konuşma yapmanın çocuğu daha da azdıracağından korkabilirler; “Bu lafları duyunca ona hak verdiğimizi sanacak, daha çok tutturacak.” diye düşünebilirler. Ama aslında durum tam tersidir;davranış düzeyinde inatlaşma ve laf yetiştirme şansı elinden alınan ve anlaşıldığını hisseden çocuğun kalkanları aşağı inecektir. Ayrıca böyle şiddetli ve karmaşık duygular içinde olmasından dolayı kendisini garip hissetmesine gerek olmadığını anlayacaktır. Hatta bunun da “kıskançlık” gibi bir adı olduğunu ve bunun da konuşulabildiğine göre dünyanın sonu bir durum olmadığı mesajını alacaktır. Bir taşla kaç taş vurduğunuzu varın siz düşünün. Ancak tüm bu anlayışınıza rağmen paranız olmadığı veya davranışı uygun görmediğiniz için yine de çocuğa bu oyuncağı almayacaksanız ki; almayın bunu da ona net bir şekilde bildirebilirsiniz.

3. Disiplin anlayışı yeni bir tavır öğretmeye yönelik olması, cezalandırmaya değil.

Ceza kısa vadede problemi ortadan kaldırabilir ama uzun vadede bir değişim yaratmaz. Çocuğun bütün dikkati kendi davranışından çok gelecek olan cezaya kayar. Siz kardeşinin oyuncağını kırdı diye onu televizyon seyretmekten men ettiyseniz; çocuk bir sonraki seferde televizyon seyrettikten sonra oyuncağı kırmayı öğrenir. Onun iç dünyası ile ilgilenirken halen davranışları ile ilgili standardımızı ön planda tutmalıyız.

4. Tutarlı davranmayı sert olmakla karıştırıyoruz ve esneyemiyoruz.

Limit ve sınırların net olmadığı bir ailede çocuk kendisini sıkıntılı hisseder ve stres çocuğu daha da tepkisel yapar. Esnek düşünebilmek ve davranabilmek anne baba olmanın en zorlayıcı taraflarından biri olabilir. Aslında bu fikir bir pedagoji efsanesi haline gelen “çocuklarınıza karşı tutarlı davranışlar içinde olun” tavsiyelerine çok ters gibi gözükebilir. Esnek olabilmeyi, çocuğun hayatındaki sabitliği bozmadan, dengeleyerek yapmayı başarmak kolay bir durum olmayabilir. Onun için de anneler genellikle bu hassas denge ile baş edemeyeceklerinden korkup, sabit bir takım kalıplara sığınmayı tercih edebilmektedirler. Ama hayat o kadar matematiksel değildir ve kalıplar içinde akmamaktadır. Çocuğun da hayata adapte olabilmek için esnek olabilme kapasitesini geliştirmesi çok önemlidir.
Çocuğun esnek davranabilmeyi öğrenmesindeki en önemli faktör yine anne babasından bu şekilde davranışlar görme şansına bağlıdır. Yani çocuğun davranışlarının ardında o ana, o duruma özgü bir motivasyon ve niyet arayacak şekilde açık bir zihinle yaklaşmak bu konudaki en önemli duruştur. Ve durumlara “daha ne istiyor ki her şeyi var şımarıklıktan yapıyor”, “her şeye ters cevap vermek hoşuna gidiyor”, “korkuyorum diyor ama aslında bizim yanımızda yatmak istediği için böyle söylüyor” ya da “bunlar şanslı tarlada büyüyen çocukları anlamak için uğraşan mı var sanki” gibi refleks tepkiler vermeden önce durumu anlamaya çalışmak önemlidir. Bu durumu çözemeseniz bile onun zihnindeki ile ilgilendiğiniz mesajını vermek çocuğa farklı alternatiflerin olabileceği duygusunu ileteceği için esneklik kazanımında önemli bir adımdır. Unutmamak gerekir ki hiçbir çocuk daha uyumlu davranabilmek varken problem çıkarmak istemez. Daha iyisini yapabilecek olsalar zaten yaparlar.
Çocuklar tabii ki bizim esnek davranabilme ve aynı zamanda ruhsal dengemizi de koruyabilme şansımızı son sınırına kadar zorlarlar. Ama hızlı bir cevap ve ya tepki vermeden önce çocuktan düşünmek için zaman istemek bile esnek bir düşünce şeklidir. Çünkü durup düşünüyorsunuzdur ve vereceğiniz cevap sonunda değişmeyebilir ama bunu kafanızda hangi alternatiflerle çarpıp böldüğünüzü yüksek sesle çocukla paylaşmak da son derece kıymetli bir ilişkidir. Bunu yaparken de hem davranışa değinmek, hem siz de yaratacağı etkiyi hem ondaki etkilerini düşündüğünüzü kelimelere dökebilmek çok önemlidir. Maalesef biz hızlı hayat temposu içinde çocuklarımızla ilişkimizde hızlı cevaplar verme, bir şeye hemen evet ya da hayır deme durumuna kolaylıkla düşebilmekteyiz. Bu durumda çocuklar da zaten son sözü hemen duydukları için farklı düşünceler geliştirme bizi ikna etmeye çalışmak için alternatifler düşünme şanslarını kullanamamaktadırlar. Mesela evet diyeceğiniz bir talebine bile, bunu yapmazsa nasıl hissedeceğini, yaparken kendisini nasıl hayal ettiğini, ona göre sizin buna nasıl bir cevap vermenizi beklediğini vs gibi sorular sorarak üç dört tur attırırsanız güzel bir esnek düşünme ve düşündürme egzersizi yapmış olursunuz.

5. Disipline ediyorsak şefkatli olamaya devam edemeyiz sanıyoruz.

Disiplin uygularken şefkati bırakırsanız, o zaman da sadece iyi ve mutlu olduğu zaman sizin onunla ilişki kuracağınızı düşünür. Aslında en çok ilişki ve şefkate ihtiyacı olduğu an, en çekilmez ve lanet olduğu andır. Fiziksel olarak yaralandığında nasıl acısını dindirmeye çalışıyorsak duygusal bir türbülans yaşarken de acısını dindirmeye çalışmalıyız. O sırada sesimizin yumuşak ve sevgi dolu olması onun yaptıklarını kabul ediyoruz anlamına gelmez, tam tersine onu yaptıklarına rağmen sevdiğimiz ve yardım etmeye çalıştığımız anlamına gelir ki; bu tutum aslında çocuğun kalkanlarını indirmesine yarayan bir tutumdur. Hala sabırlı ve şefkatli olmamız ona yapmayacağı şeye izin vereceğimiz ya da yaptığı olumsuzluğu onaylıyoruz anlamına da gelmez. Aslında çocuğun gözünde çok saygı uyandırıcı bir tavırdır. Yani “annem babam benim yüzümden çıldırmıyor, ben onları bu hale getirmekten sorumlu değilim” der. Çünkü, biraz da abartarak söylersek, siz çocuğun yaptıkları karşısında bağırıp çağırıp, kendi kontrolünüzü kaybetmiş bir görüntü sergilerseniz
a. Çocuk kendi davranışı hakkında düşünmek yerine kendini koruma güdüsüyle daha çok kapanarak reaksiyon gösterecektir.
b. Sizi “getirdiği noktayı” görerek kendisini hem aşırı güçlü hissedecek hem de bu hale getirmekten dolayı yaşadığı suçluluk duygusu ile daha da ajite olacaktır.

6. Nasıl söylediğimizden çok ne söylediğimize yoğunlaşıyoruz.

Annelerle zaman zaman seans sırasında belli davranış problemleri ile ilgili çocuklarına neler söylediklerini konuşuyoruz. Ben bir bakıyorum valla aynen benim söylemelerini tavsiye edebileceğim şeyleri söylüyorlar. Mesela aşırı müdahaleci olduğunu konuştuğumuz bir anne artık karışmaktan vazgeçtiğini derslerini yapması konusunda ısrar etmediğini söylüyor, çocuk da oradan söze karışıp “bugün matematik var ama ben yatmadan önce yapacağım çünkü gidince maç var televizyonda” diyor. Annenin yüzü gözü altüst olup “tamam ben ilgilenmiyorum ister yap ister yapma zaten” gibi bir cümle sarf ediyor. Aslında o zaman anlıyoruz ki; zaten evde de diyaloglar böyle gelişiyor. Annenin ağzı bir şey söylüyor, yüzü başka bir şey söylüyor. Bu tutum gerçekten çok zehirleyici bir etki yaratır. Daha küçük çocuk sizin gerçekten ne söylediğinizi ve ne hissettiğinizi anlayamamak ve iki uçlu bir durum arasına takılıp kalmak gibi bir durum yaşar.

7. Çocuklarımızın yoğun ve olumsuz duygular yaşamamaları gerekiyormuş gibi davranıyoruz.

Çocukları tecrübe etmeleri gereken olumsuz duygulardan korumaya çalışıyoruz. Onun için gidip öğretmeni ile konuşuyoruz ki sene sonu gösterisinde başrolü alsın, ya da arkadaşı ile kavga ettiyse hemen suç o arkadaşın oluyor ya da çocuğumuza onunla arkadaşlık etmemesini öğütlüyoruz. Aslında böyle yaparak az az yaşayacağı olumsuzluklarla baş etme becerisini elinden almış oluyoruz. Aslında bu aşı gibi işlev görecekken işlevsiz oluyor. Benim gördüğüm bir anne bu tutmuş bu kesmiş vs tekerlemesini bile çocuğa değiştirip söylüyordu ki; korkmasın diye.

8.Çocuklarla güç kavgasına giriyoruz.

Çocuğunuzla taraflardan birinin siz olduğunuz bir tartışma esnasında, siz de çok ateşliyken ona durmasını söylemek hiçbir işe yaramaz. Böyle bir durumda, başka bir köpekle kavga eden köpeğe otur komutu verdiğinizde ne oluyorsa o olur. Çünkü çocuğunuzun alt beyini aktif durumda, o da savaş ya da kaç tepkisini veren organdır.

Amacımız mutlu çocuk yaratmak değil ne hissettiğini bilen ve hislerine ve arzularına sahip çıkabilen ve kendi bütünlüğünü kaybetmeden, farklı durumlara adapte olup, esneyip çözüm üreten bir çocuk büyütmek olmalıdır. Yoksa bir çocuktan mutlu olmasını beklemek kadar ağır bir yük yoktur ona. Çocuğunun sürekli mutlu hissettiğini bilmek isteyen anne baba kadar iç dünyayı işgal edici bir başka anne baba modeli de, hissiyat olarak çocuğunu sürekli ihmal eden anne baba modeli olabilir.

Sağlıklı çocuk her çeşit duyguyu, çok derinlemesine ve farkında olarak yaşayabilen çocuktur. Yıllar önce bir şey satın almak için küçük çocukları olan bir ailenin evine gitmiştim. Çok modern ve eğitimli anne çocuğun bakıcısına hatırlatmak amacıyla buzdolabının üstüne ve duvarlara evde kullanılmayacak kelimelerin listesini asmıştı. Bu yasaklı kelimelerin arasında “kızdım”, “kaka kötü kokuyor”, “ölmüş” gibi kelimeler olduğunu hatırlıyorum ama liste bu hatırladığımdan çok daha uzundu. Bir çocuk için en doğal olabilecek duygulardan biri olan kızgınlığın bu evde telaffuz edilememesi annenin bu duyguyu taşıyamaması ile ilgili pek çok yoruma bizi götürebilir ama artık bunun detaylarını hiç bilemeyeceğiz. Ancak çocuk için bu duygunun yok sayılması tamamen yabancılaştırıcı bir durumdur. Kızgınlık tabii ki bu çocukta da vardır ve olmalıdır da ama bunu yalıtmak yerine görmek anlamak bir yere oturtmak ve dönüştürebilmek gerekmektedir. Ya da kakanın kötü koktuğu evrensel bir gerçektir. Ama çocuğumuz kendini kötü hissetmesin diye bu kelimeyi kullanmamak çare değil gerçekliği çarpıtmaktır. Tam aksine belki bezini değiştirirken “püf pis kokuyor” deyip onun bu pis haline bile nasıl katlanabildiğimizi görmüş olmasını sağlamak çocuğa kendini çok iyi hissettirecek bir durumdur. Bu noktada bir şehir efsanesi haline gelen “kaliteli zaman geçirme “ fantezisine de değinmek isterim. Çocuk temiz pak, gazsız, kakasız ve salyasız haliyle sizinle küp dizerken öğrendiğinden çok daha fazlasını, onun en pis haline katlandığınızda, onu temizleyip rahatlattığınızdaki mutluluğu sizin gözünüzde gördüğünde yaşayacaktır. Yani çocuk sizin fiziksel olarak da ruhsal olarak da onun en çekilmez haline katlanamadığınızı görürse (bir kaka kötü kokuyor diyemediğinizi ya da o sinir krizi geçirirken sizin de kontrolü kaybedip onu sakinleştirmek yerine olayı tırmandırdığınızı tekrar tekrar yaşarsa) sizi nasıl tahrip ettiği, size zarar verdiği duygusu ile kendisini kötü olarak algılamaya başlayabilir. Bu duygu onun içinde pekiştikçe de olay artık kendini doğrulayan kehanetler haline dönüşür, çocuk tekrar olumsuz bir şey yapıp sonucu teyit etme döngüsüne girer.

9. Uzmanların fikirlerine fazla kulak asıp kendi içimizdeki sesi dinlemeyi ihmal ediyoruz.

Yemek kitabı gibi tarifler sunan kitaplar ve internet sayfaları okuyup kafamızı daha da çok karıştırıyoruz. Onun yerine çocuk kitapları okuyup hayal gücümüzü geliştirsek, çocuğun dünyasına daha rahat girmemizi sağlayacak yaratıcı faaliyetlerde bulunsak çok daha iyi bir iş yapmış olacağız.