Ekran Bağımlılığının Çocuklara Zararları
I-PHONE, I-PAD, I-POD, I-MAC HEPSİ VAR DA, I (BEN) NEREYE GİTTİ ÇOCUKLARDA? [i]
“Aletlerimizi biçimlendiririz, sonra da onlar bizi.”
(Cizvit Papazı John Culkin 1967)
Üç aşağı beş yukarı son 10 yıldır etrafımız, çocuklarımızınki de dahil olmak üzere, gelişmiş aletler ve onların ekranlarıyla dolu. İlginç olan da, hepsi olmasa da en populer olanlarının baş harfi ”I”, yani Türkçe karşılığının “ben.” olması. Daha da ilginci, gözlemlerime göre, bu aletlerle oynayan, bu ekranlara bakan çocukların “ben”lik farkındalıkları önceki nesillerden daha zayıf olması. Bilinmeyen ise tavuk-yumurta ikilemi: Benlik farkındalıkları az olan çocuklar mı kendilerini bu aletlere daha çok kaptırıyorlar, yoksa ortalama bir çocuğun farkındalığı teknolojik aletlere maruz kaldıkça mı azalıyor?
Bu durumu her iki yönden de okumak mümkün. Hangi çocukta hangi durumun daha baskın olduğunu anlamak için detaylı değerlendirmeler yapmak gerekebilir. Ama doğuştan belli bir düşünce ve öğrenme şekline sahip çocukların aşırı ekran kullanımıyla, bu düşünce şekillerine tamamen mahkum kaldıklarını ve başka şekiller geliştiremediklerini söyleyebiliriz.
Bu yazıyı da iki yönlü okumak mümkün. Yani zaten kafası dijital çalışan çocukların benliklerinin ne noktalarda bilgisayar gibi çalıştığı ve bu nedenle bilgisayarları tercih ettikleri şeklinde de okuyabilirsiniz; ya da fazla ekrana maruz kalan sıradan çocukların zaman içinde düşünme ve öğrenme şekillerinin ve dolayısıyla benliklerinin de nasıl bilgisayara göre formatlandığı yönünden de okuyabilirsiniz. Yazının ilerleyen bölümlerinde, bu çocuklar derken her iki grubu da kastediyor olacağım. Çünkü sonuç, şiddeti farklı olmakla beraber, benzer benlik algısı ve ifadesine sahip çocukların ortaya çıkması oluyor.
Tüm bu ekran çeşitliliğine çok fazla maruz kalan çocuklar “ben”lik gelişiminde şu konularda zorlanıyorlar gibi görünüyor: Esnek düşünce, dikkat, zaman algısı ve problem çözme becerileri. Şimdi bunlara biraz daha yakından bakalım.
Esneyemeyen Düşünceler: Ara alanların kayboluşu
Esnek düşünemeyen çocukların kafası algoritmalarla çalışır; yani daha çok hafıza, kayıt ve paralel mantıkla hareket ederler. Fazlasıyla rasyonel düşünen, bilgileri iyi işleyen ama duyguları işleyemeyen çocuklardır bunlar.
Elektronik sistemler analog ve dijital sistemler olarak ikiye ayrılır. Analog sistemler sürekliliği olan sistemlerdir, elektrik sinyalleri sürekli olarak değişir. İnsan beyni de analog bir sistemdir. Beyine her an, her yerden duyu organları ile, veri girer (girdi aşaması), elektrik sinyalleri halinde beyne aktarılan uyaranları beyin işler, ilişkileri kurar, bellekteki bilgilerle ilişkilendirir (işlem aşaması) ve gereken yanıtı organizmaya gönderir (çıkış ve eylem aşaması). Bu süreçte işleyen milyarlarca nöron ve sinaptik bağlantı, 0-1 modülüne göre çalışmaz ve bilgisayar gibi seri bağlı değildir; birbirine paralel ve karmaşık bağlı milyarlarca devre (1 cm³te bir trilyon bağlantı) bu sırada iş görür. Beyin organik ve değişebilen bir yapıdır; analog çalışır, statik değildir farklı durumlara göre farklı yanıtlar verebilir. Kısaca, analog sistemler böyledir, kendi değişir, uyum sağlar; uyaran değişir, uyaranın niceliksel ve niteliksel farklılıklarını algılar, değerlendirir, uygun yanıtı verir. Sanki sağlıklı bir insanı tarif ediyoruz gibi değil mi?
Bilgisayar mantığı ise bize farklı bir öğrenme dili sunuyor: 0-1 modülüne göre ya var ya yok fikrinin hakim olduğu yazılımlar! Çılgın bir hızla büyüyen bilginin kodlanarak belleğe yerleştirildiği, seçenekler arasında birini bulup, sonuca koştuğumuz, bilgiler arasında bağlantıları kurmanın geri planda kaldığı bir dil.
Şu anda pek çok çocuk hayatı böyle 0-1 mantığında algılar oldu. Hedef söylemezseniz ne yapacaklarını anlamakta ve belirsizlikle baş etmekte zorlanan, ara yolda bir yerde çözüm bulamayan, her şeyi kendi istedikleri gibi olmasını bekleyen çocuklarla dolu şehirler.
Bu tip çocuklar “hiç söz dinletemiyoruz, acayip inatçı, onun istediği olmazsa kıyameti koparır gibi şikayetlerle; hatta bazen domatesin üstünde çizik olsa yemez, bir oyun kaybetse kıyamet kopar, bir şeye kendini kaptırdıysa kalkmamız gerekse bile kalkamayız, o işi bırakıp çok sevdiği başka bir şey bile olsa ona geçemez” gibi tariflerle anlatılırlar. Bu çocuklar bazen okul gibi sınırları net çizilmiş, beklentilerin de çok belli olduğu ortamlarda pek sorun çıkarmazlar ama ev, arkadaş ortamları gibi daha çok karışık mesajın gittiği ve bazı tavizlerin verilmesi gerektiği ortamlarda daha çok zorlanabilirler.
Tabii burada anne baba tutumlarının da durumu alevlendirici önemli bir faktör olduğu durumların varlığını unutmamak gerekir. Bu tutumlara çok fazla girmek istemiyorum ama en genel tutum ya bu çocuğa her şeyi yapmasına izin vermek ve bir canavar(!!) yaratmak, ya da tamamen tersi davranıp “taviz verilmez”, “bir kez taviz verirsek başımıza çıkar” deyip olayı sonuna kadar zorlamak ve yine bir canavar(!!) yaratmak olabilir. Bazen de olay son noktaya kadar tırmandığında pes edip, çocuğun tutturduğu konuyla ilgili duyguya hiç anlam ve hak vermeyerek, ama sonunda yine de o anlamsız davranışı yapmasına razı olarak sanki “hissetmeye (istemeye) hakkın yoktu ama yapmaya hakkın var” der gibi bir noktaya gelinebilir.
Bu çocuklar mantıklarıyla ön plana çıkarlar. Örneğin, onlarla mantık savaşına giremezsiniz, girerseniz laf yetiştiremezsiniz, ama duygularını ifade etmekte, duygularıyla davranışları arasında ilişki kurmakta zorlanırlar. Hatta kendi davranışları ile başkalarının davranışları arasında bile ilişki kurmakta zorlanabilirler. Çünkü kafaları kendi planlarına, düzenlerine ve tercihlerine yoğunlaşmıştır. Zihinlerinde dosyalar vardır. Bu dosyalara uygun gelmeyen, daha belirsiz, daha esnek ve soyut herhangi bir bilgiyi koyacak bir dosya bulamazlarsa direkt atarlar. Daha sakin mizaçlı olanlar da sanki sizi hiç kaale almıyormuş gibi bir havadadır. O da gelen yeni bilgiyi koyacak bir dosya bulamamıştır, ama sakin bir tip olduğu için o bilgi öylesine kafada dolanmaktadır; dinlemiyor, duymuyor, ilgilenmiyor gibidir. Bu durum sizleri “ne vurdumduymaz çocuk, ne alakasız ve bencil” diye düşünmeye sevk edebilir.
Dikkatimi Kaybettim, Hükümsüzdür!
Dikkat araştırmalarına göre, insan beyni dış uyarıcıların bombardımanına maruz kalmadığında rahatlayabilir. Beyin, bu sakin anlarda, dikkat dağıtıcı bir sürü uyaranı işlemeye çalışarak kısa süreli belleğine yüklemek zorunda değildir. Bu rahatlamanın sonucunda ortaya çıkan dalgınlık hali zihni kontrol edebilme becerisini artırır. Ancak bilgisayar ortamında huzurla kestirebileceğiniz böyle sakin bir köşe yoktur. Beyninizin ihtiyaç duyduğu yenilenmeyi, dinlenmeyi sağlayacak dalgınlık anlarına ekranlarda yer yoktur. Bizi canlandıran ve ilham veren bu uyarılar, aynı zamanda bizi tüketir ve dikkatimizi dağıtır.
Sakin ve dikkatli bir zihin isteyen sadece derin düşünce değildir. Empati ve merhamet duygularının da huzurlu bir zihne ihtiyacı vardır.
Antonio Damasio ve meslektaşları, yaptıkları deneyde katılımcılara, fiziksel veya psikolojik acılar yaşayan insanların öykülerini dinlettiler. Hemen ardından denekleri manyetik rezonanslı görüntüleme (MR) cihazına sokup, hatırladıkları öyküleri anlatmalarını isteyerek beyin taraması yaptılar. Deney, insan beyninin, fiziksel acıya dair ifadelere büyük hızla tepki verdiğini gösterdi. Yaralı birini gördüğümüzde, beynimizdeki ilkel acı merkezleri nerdeyse anında aktif hale gelmektedir. Öte yandan, psikolojik acı karşısında duyulan empati gibi daha sofistike bir zihinsel sürecin devreye girmesi çok daha uzun zaman almaktadır. Araştırmacılar gördü ki, beynin, bir olayın “psikolojik ve ahlaki boyutunu” anlamaya ve hissetmeye başlaması zaman alan bir süreçtir.
Araştırma sonucuna göre, dikkatimiz ne kadar dağılırsa, empati, merhamet gibi insani duyguların belirgin ve incelikli şekilde duyumsanmasının o denli güç olduğu sonucuna varıldı. Yani, başkalarının sosyal ve psikolojik durumuyla ilgili ahlaki kararlar alabilme gibi bazı düşünce şekilleri, ancak yeterli süre verilip, derinlemesine düşünüldükten sonra oluşabiliyor. Eğer her şey çok hızlı gelişiyorsa, başkalarının ruhsal durumunu duyumsayacak (algılayacak) aşamaya hiç gelememe tehlikesi bulunuyor. Teknolojinin empati, merhamet, ahlak gibi daha karışık duygu süreçlerini çökerttiği gibi bir çıkarımda bulunmak aceleci bir tavır olabilir. Fakat, teknolojinin beynin işleyiş şeklini değiştirdiğini, derin düşünce kapasitemizi azalttığını ve düşüncelerimizin yanı sıra duygularımızın derinliğini de değiştirdiğini söyleyebiliriz.
Teknolojiyle bir şekilde haşır neşir çocukların anlık dikkatleri genelde iyidir. Yani bir yerdeki eksiği, değişikliği fark etme konusunda süperdirler. Yıllarca önce olmuş bir olayı bile çok iyi hatırlarlar. Detay konusunda hiç bir şeyi atlamazlar. Buna karşılık, süreklilik ve çaba gerektiren konularda bir işin üzerinde kalmalarını sağlamak çok zordur. Anlık olay hafızası iyi, duyguların depolandığı hafıza zayıftır bu çocuklarda. Böyle bir çocuğa bir araba kazasına şahit olması ile ilgili fikri sorulduğunda olayın tüm detaylarını verebilir, ancak, kendisini o olayın içinde canlandırıp kendi üstünden yorum yaparak ifade edemez çünkü hatıralar ordadır ama benlik hissine bağlanmış değildir. Bu nedenle bazen çocuklar, duygularını hatırlamak için yoğun bir çaba sarf etmek yerine tamamen uyduruk hikayeler anlatabilirler. Dolayısıyla bu çocuklarla iletişim, bazen tamamen bilgi ve durum paylaşımı gibi bazen de absürt fantezi paylaşımı şeklinde gelişebilir.
Uçup Giden Zaman
Anlık hafıza gücü ve süreklilik gerektiren işlerdeki zayıflık deyince, zaman algısını da konuşmak gerek. Bu çocuklar anında bir şeyi görmek anlamak konusunda çok iyi olabilirler ama bir işe yoğunlaşıp onunla ilgili bir sonuca varmak konusunda zorlanabilirler. Mesela çok iyi anladıkları bir konuyu, nasıl anladıkları veya ne anladıkları konusunu sorsanız anlatmak istemeyebilirler. O iş yapılmıştır bitmiştir ve devamlılık gerekmez. Ancak pek çok okul tipi iş veya hobiler bile bu devamlılığı, yani sebat etmeyi gerektirir . Hayatta mutlu olabilmek için çaba harcamak gerekir. Eğitim, sosyal uyum vs gibi çocuğun büyümesinde önem kazanan konular, çocuğu zorlayarak, beynini aktifleştirerek yaptığımız etkilerdir ki; aslında bu çabalar, iyimser düşünme ve depresyona karşı bağışıklık kazanma gibi önemli işlevlere de sahiptirler. Ama eğitim için de sosyal hayat için de sebat, takip, süreklilik şarttır.
Sürekli olan tek şey aslında zamandır. Ancak dijital işlerde süreklilik yoktur. Bu çocuklar zamanın akışına katılamazlar. Sanki hayatı bir film şeridi gibi değil de, tek tek fotoğraf karelerinde yaşıyor gibidirler. Onun için de, “Hadi sonra sinemaya gideceğiz.” deseniz de onlar bulundukları karede takılıp kalabilirler. Bu durumu sadece ekranla ilgili konularda bu şekilde değildir. “Banyodan çık giyin” de bir meseledir, “Haydi anneannenden kalkıyoruz, Ayşelere gidiyoruz” da bir meseledir. Çünkü bu çocuklar, anlık görsel detayları hiç kaçırmazlar, anlık her şeyi çok iyi yaparlar belki ama, bütün resmi görmek o anlar ve durumlar arasında bağlantı kurmak konusunda zayıftırlar. Kendi benliğini hemen bir sonraki an içinde hayal edip, geçen sefer Ayşelerde ne kadar eğlendiğini düşünüp, bunun nasıl hoş bir duygu olduğunu içinde hissedip ona göre yönlendiremez kendisini. Bunu yapabilmek için zaman içinde kendisini duygu ve düşüncelerini de aklında tutabilerek ileri geri sarıp, hayal edebilmesi gerekir. Bu çocukların kendileri ile ilgili hayal dünyası kısıtlıdır. Öte yandan fantastik bir hayal güçleri olabilir ama bu kendi duygulanımlarını içermez; daha çok gerçek üstü, tamamen realiteden kopuktur.
Bu çocuklar benliklerini başka bir güce emanet etmiş gibi olurlar; çünkü benlik gelişimi için çok önemli olan farkındalık, duyguları analiz etme ve yorumlama, esnek düşünebilme becerileri tek tip görsel ve dijital uyarıların yoğun olduğu teknolojik dünyada pek yer almıyor.
Problem Çok, Çözüm Yok!
Konsantre olamayan, detayları kaçıran ve bütünü göremeyen bu çocuklar, problem çözme konusunda da zorluk yaşayabilirler. Çünkü problem çözebilmek büyük resmi görebilmeyi ve kendi benliğini problemin ortaya çıkış süreçleri içinde ve sonrasında hayal edebilmesi, sonrasında kendi duyguları ile bağlantı kurabilme becerileri gerektirir. Ama sadece tek tek karelere konsantre olan ve hayatı bir film şeridi bağlantılarıyla izlemek konusunda zayıf kalan çocukların problem çözme becerileri de zayıf kalacaktır.
Problem çözebilmek için esnek düşünebilmek gereklidir. Karşısındaki ile bir anlaşma noktası yaratmaya çalışmadan, onu da hesaba katarak düşünmeden problem çözmek mümkün değildir. Bu şekilde ancak, karşı tarafa kendi fikrimizi empoze etmiş oluruz.
Ekranlar ve dijital dünya sayesinde, her şeyin bir düğmeye basmakla gerçekleşeceği yanılgısına kapılan çocukların durumunu düşünmek gerekir. Bu çocuklarda gelişen duygu her şeyin hemen ve şimdi olacağı şeklindedir. Ama gerçek hayatın ritmi bunun tam tersidir.
Zaman; biz yetişkinlerin de ayak uydurmaya çalıştığımız dijital devrim çağında, çocuklarımızın benlik gelişimlerini bozmayacak şekilde teknolojiyi kullanarak yetişmeleri için yapabileceklerimizi öğrenme zamanı…
[i] Tabii ki burada derdim bir marka değil kesinlikle, ama teknolojinin şahikasına ermiş olduğu için ve metaforik olarak da I (ben) kullanımını seçmelerinden dolayı, bu markadan bahsediyorum başlıkta.
Klinik Psikolog İnci Vural