Okulda Duygusal Tacize Uğrayan Çocuklar

“Siz farklı olduğum için gülüyorsunuz, bense hepiniz aynı olduğunuz için size gülüyorum.”

Bukowski

Okullarda, anaokullarında sıkça karşılaşılan durumlardan birisi de arkadaş gruplarının dışında kalan çocuklar. Mesleğim gereği, diğer çocuklarla kaynaşamayanların (!) hikayelerini dinlediğim çok oluyor. Zamanla gördüm ki, aslında çocuklar, yetişkinlerin kopyası; farklı olanı ya da zayıf olduğunu düşündüklerini (aslında bu çocuklar pek çok konuda diğerlerinden güçlü olsalar da) ezmek konusunda çok acımasızlar.

Sınıflar öğrenme güçlüğü çeken, sürüye katılma problemi yaşayan, üstün zekalı olan ve/veya ruhen toleransı daha düşük olan ve daha tepkisel çocuklarla dolu. Tabii bu çocukların da aynı şekilde eğitim alma hakkı var. Ancak tecrübelerim şunu gösteriyor ki; aileler bile, çocuklarının sınıflarındaki bu farklılığa ya sıcak bakmıyor ya da kendi çocuklarına bu durumu izah edecek etiketler bulmaya çalışıyorlar. Maalesef her ikisinde de dışlayıcı bir tavır var. Aslında böyle yaparak kendi çocuklarının da farklılıkla beraber yaşayabilme, insanları anlama kapasitelerini geliştirme şanslarını ellerinden almış oluyorlar.

Aslında bu tutumları gösteren çocukların pek çoğu, ya kendisi bu şekilde tacize uğramış ya da ailede duygusal olarak taciz görmüş çocuklar. Bu çocuklar, kendi çektikleri acıyı taşımakta zorlandıkları için, bunu en uygun gördükleri birine yansıtıp bu acıdan kurtulmak ve bu yükü başkasına taşıtmak istiyorlar. “Ne tip bir aile çocuğunu duygusal olarak taciz edebilir ki?” diyebilirsiniz. En basit yoldan şöyle açıklayabiliriz, pek çok ailede dengesiz bir yetiştirme şekli hakim, bir sürü gündelik ve basit şeye aşırı bir toleranssızlık; mükemmeliyetçilik; ama bir sürü olumsuz davranışa da (özgür ve kendine güvenli çocuk yetiştiriyoruz diye) aşırı bir tolerans var.

Çocukların bu mükemmeliyetçiliği ve yüksek beklentileri aile içindeki “zorbalık” olarak yaşadıklarını size rahatlıkla söyleyebilirim. Dr. Yankı Yazgan’ın bu konuyla ilgili bir yazısında söylediği cümle çok hoştur: “Zorbalar kusursuzluk sever”. Her şeyin en iyisini yapmak isteyen anne babaların iyi niyetinden hiç şüphem yok. Ama biraz durup bu tutumların kendilerindeki yansımalarına bakmalarında, farklı durumlar ve kişilere olan yaklaşımlarını anlamaya çalışmalarında fayda var.

Maalesef anne babalar, gündelik hayatın rutinini yakalamak için çocukları ile esnek bir ilişki kuramaz oldular. Çocukla olan ilişkileri, iş idare etmek gibi. Görünce daha az zaman ve enerji kaybı oluyor ama anlamaya fırsat olmuyor. Çocukların istedikleri de aslında hepimizin istediği gibi sadece “anlaşılmak”. Dolayısıyla, evde anlaşılmayan çocuklardan okulda anlayışlı olmalarını beklemek çok zor.

Okuldaki zorbaların hedefindeki çocuklara baktığınızda gözüken tablo şu aslında; ruhen daha dayanıksız, kendini korumayan, dersleri anlamak konusunda zorlanan, ya da fiziksel olarak aciz, çirkin, çelimsiz gibi kusurlu(!) durumlar.
Bu kusurlar, herkesin kendisindeki kusurları veya güçsüzlükleri hatırlatır aslında ve bunu yok etmek veya yok edene kadar hırpalamak en iyisidir. Bu duygunun üstüne bir de çok cürretlendirilmiş “özgür çocuk” durumunu düşünürseniz, güçlü olanın güçsüzü ezmesi kaçınılmazdır. Aslında burada ezilen çocuk kadar ezen de yara almaktadır.

Şimdi belki “Ee, ne yapsın aileler?” diyeceksiniz. Bir reçete vermek istemiyorum ama başlangıç noktası şu olabilir: Herkes kendi çocuğu ile kendi çocuğunun zayıf noktalarını eleştirerek veya tamir etmeye çalışarak değil ama anlamaya çalışarak konuşmaya başlasın. Önce kendimizdeki zayıflıkları anlar, kabul eder ve o halimize şefkatli davranabilirsek diğerlerine karşı da öyle olabiliriz.

 

Klinik Psikolog İnci Vural