STEVIE TRUJILLO

Giselle Potter

 

Güney Fransa’nın Pireneler bölgesinde küçük bir kasaba olan Millau’da 5 yaşındaki kızım Soleil’le pazarda geziyoruz. Kızım bana sepet seçmem için yardım ediyor. “Très jolie, maman!” deyip dönüyor sepetin deri sapını omuza takarken.

Trafiğe kapalı caddede tezgâhların arasında ağır ağır yürüyor ve arada Rokfor, taze otlar, sebzeler ve tabii taze baget ekmek almak için duruyoruz. Bir arkadaşa rastlıyoruz ve aldığım yeni sepeti ve içindeki ganimetleri ona gösteriyor ve “Kendimi çok Fransız hissediyorum” diyorum. “Ben de” diyor kızım. Bu hali beni güldürüyor. Acaba gerçekten Fransız hissetmenin ne olduğunu bilebilir mi?

Kızımın 3 dil konuştuğunu, nerdeyse tüm hayatını Latin Amerika, Avrupa ve Afrika’daki 12 ülkede geçirdiğini düşünürsek, Soleil aslında sayısız kültürlerarası deneyim edindi. Sanırım bu anılar bazı imajlarla aklında yer edindi. Arjantin’deki bir lokantada ateşi yanan fırın, Sevilla’da bir flamenko gösterisinde yere vuran ayak sesleri ve ipek şal bu imajlardan birkaçı.

Kızımın hafıza bankası, dünyanın dört bir yanından böyle kültürel dövizlerle dolu. Son zamanlarda bu göstergeler bütününün onu nasıl bir yetişkine dönüştüreceğini merak eder oldum. Kızım büyüdüğünde kendini bir Amerikalı olarak görecek mi?

Kızım iki Amerikalı ebeveynin çocuğu olarak Peru’da doğdu ve iki vatandaşlık aldı. Ama bu iki pasaport kendini Perulu ve Amerikalı hissettiği anlamına gelmiyor. Öte yandan Amerika’da 4 Temmuzda havai fişek gösterilerini izleyip, hotdog yiyen ve kendini Amerikalı hisseden fakat kayıt dışı olan bir milyondan fazla genç insan var. Bu durumda Amerikalı olmak ne anlama geliyor?

Son zamanlarda İspanya San Sebastian’da 10 gün geçirdik ve tarihi bölgede pintxo bar gezisi yapmayı denedik. Pintxos Bask bölgesinde küçük mezelere verilen isim. Geleneklere göre her barda bir iki küçük tabak ve 1 içki söyleyip, sonra diğer bara geçmek gerekiyor. Her ne kadar denediysek de biz bir barda takılı kalıp, 10 tabak ve 1 şişe şarap sipariş vermekten kaçamadık.

İşte Amerikalı olmak bu demek. Pintxo bar gezmesi belli bir derecede kendini kontrol etmeyi gerektiriyor ki bu bir Yankee’nin özüne ters. Sade yaşamaya çalışan Amerikalı expat bir aileden bahsediyor olsak bile durum bu. Her ne kadar eşimle bir cep telefonunu paylaşsak da, tüm eşyalarımız küçük bir arabaya sığsa da yine de gittiğimiz yere büyük boy açlığımızı taşıyoruz. Bu açlık kötü haliyle tüketim çılgınlığına sebep olup denizleri plastik atıklarla doldurabilir, iyi haliyle de insanları aya çıkarır. Bir yandan kızımın bir sepetin alabildiği kadar taze şey almasını isterken, diğer yandan da Amerika’nın çok değer verdiği tarihi öncüler gibi büyük hayaller kurmasını istiyorum.

Kızımın uluslararası hafıza bankasına biraz da Amerikan parası yatırmak için yıllık Amerika ziyaretlerimizde ona yeni hatıralar yaşatıyorum. Geçen 4 Temmuz’da Washington Gölünün üzerindeki uçak gösterilerini izledik; Bir kaç hafta sonra da Mavi Meleklerin göğü zarafetle delişlerini izledik. İki yıl önce de yılbaşını kardeşimin evinde ışıklı dev bir çam ağacının altına yerleştirilmiş bir sürü hediyeyle geçirdik. Bu yıl da Disneyland’e çeşitli aile üyelerimizin eşlik edeceği 3 günlük bir gezi planlıyorum.

Jacques Derrida’yı alıntılarsak “Hepimiz aslında sürekli üstü kapalı olanı yorumlayan aracı ve çevirmenleriz”. Gerçekten öyleyse acaba kızım onun için hazırlanmış bu resimlerden nasıl bir mesaj çıkaracak. Mavi Meleklerin gösterisi askeri alandaki mükemmeliyetçiliğimizi mi yoksa ihtişam kazanır mitini mi anlatacak ona? Dev yılbaşı ağacı cömertlik ruhuna mı yoksa tüketim çılgınlığına mı işaret edecek? Muhtemelen hepsi aynı anda olacak. Kültür, kimliğimizi bin bir farklı şekilde renklendiren bir prizmadır.

Tabii ki tüm bu deneyimlerin kızımı büyüyünce Amerikalı hissettirmesinin hiçbir garantisi yok. Belki de 1982 yapımı Blade Runner filminde Tyrell Şirketi tarafından üretilen “Rachel” adındaki android gibi bir Amerikan replikası üretiyorumdur. Rachel fotoğrafları ve çocukluk anılarını hatırlayabilmekte ama ona eşlik etmesi gereken nostalji duygusunu hissedememektedir. Tyrell, aslen yeğenine ait olan anıları Rcahel’ın hafızasına onu insan olduğuna ikna edebilmek için yerleştirmişti. Başta implant anılar başarılı olsa da sonunda sahtelikleri Rachel’ın durumu fark etmesini sağlamıştı. O andan itibaren Rachel bir replika olduğunun farkına varmış ve kendi kimliğini bulmak ve kendi anlamını yaratmak durumunda kalmıştı.

Bir anne olarak bu sonuç beni düşündürüyor. Benim kızım da tüm yerleştirilmiş anılarına aynı hissizlikle mi yaklaşacaktı? Bazen onu 5 yaşındaki kuzenleri ve Mickey Mouse tarafından etrafı sarılmış resmine bakıp Mayflower’a kadar dayanan aile mirasıyla beyhude bir bağ kurma çabasında bir yetişkin olarak hayal ediyorum. Bir aileye ya da ülkeye aidiyet hissimiz büyük ölçüde ortak deneyimlere dair paylaşılan ortak hafızaya dayanır. Yani bizim durumumuzda Amerika’ya yapılan uzun ziyaretler ve haftalık Skype görüşmeleriyle bunu yapmaya çalışıyoruz. Peki ya çabalarımız yeterli değilse?

Kızım tamamen yabancılardan oluşan bir ailenin parçası olan ve evi olmadan dünyada savrulan bir uzaylı gibi mi hissederek büyüyecek? Ya da kültürel bağlamın dışındaki sıra dışı konumu onu daha geniş bir topluluğun parçası mı yapacak?

2013’te yaptığı TED konuşmasında İngiliz vatandaşı, Hint kökenli ve Amerika ikametli Pico Iyer kendi gibi “eski milli devlet kategorisi dışında” yaşayan ve “yüzen büyük kabile” olarak tanımladığı 220 milyon kişinin yakında “dünyanın en büyük 5. Milleti olacağını” ve “Amerikalıların sayısını aşacaklarını” söylüyor.

Ben kızımı bu büyüyen mozaiğin parçası olan ve kendine has benliğini bu kültürlerin kesişiminde bulan ve bu kesişimde ortak payda olan insanlığımızı keşfeden bir birey olarak hayal etmeyi tercih ediyorum.

O yüzden şimdilik bir elimde sepetim, diğerinde kızımın küçük eli beraber dünyada yürüyüp ruhumuza dokunan farklı insanları, yerleri ve anları deneyimleyip, hatıralarımızdan oluşan bir ev yapacağız. Bence dünya vatandaşı olmak da böyle bir şey.